Didem Madak ve Şiirleri

    Didem Madak, insanın hayatında iki dize de olsa tatması gereken bir kalem. Şiir yazmak için doğmuş havası, "şiir"de kullanılmasına alışık olmadığımız kelimeleri cümlelere güzel bir biçimde yedirmesi, hayatını ve hayatındaki insanları şiirinin orta yerine oturtması ile benim ilgimi çeken bir şair oldu.

   Şair; 8 Nisan 1970 yılında, İzmir'de doğmuş. Ailenin ilk çocuğu... Ailelerimizin ilk çocuğu ve bir kız kardeş sahip oluşumuz, inanmasam da aynı burcu paylaşmamız gibi ufak tefek benzerlikler yüzümde bir tebessüm yaratıyor. Çocukluğunu çoğunlukla Amasya ve Burdur'da geçirmiş. Özellikle Burdur'da annesi ve kız kardeşi ile geçirdiği hayatı sıkıntılı imiş. Üç kadının Burdur'daki bu hayatını onlara getiren ise babasının 12 Eylül olayları sebebi ile Uşak'a sürülmesi. 

   13 yaşında beyin kanseri sebebi ile annesini kaybediyor. Şairimizin annesini kaybetmesi ise şiirlerine epey sirayet ediyor. "Ah'lar Ağacı" kitabında şu dizelere yer verir:

"İlk üç vişneyi verdiğinde bahçedeki ağaç
Annem sevindiydi hatırlarım.
Ah demişti.
Ah!
Üç küçük kırmızı dünya verilmişti sanki ona.
Annem çok sevinmelerin kadınıydı.
Bazen sevinince annem gibi,
Rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına.
Annem çok sevinmelerin kadınıydı,
Sıcak yemeklerin.
Başına diktikleri o taş,
Ne zaman dokunsam soğuktur oysa.
Ben okşadığımda ama, ısınır sanki biraz.

İç ses!
Bu bahsi kapa!"

Annesini resmettiği bu mini portrede aslında annesinin karakterine dair de büyük izler sunar bize şair. Annesinin ölümünün onda nasıl bir etki yarattığını yine aynı kitabında yer alan şu dizelerde mükemmel bir biçimde gözlemleyebilirsiniz:

"Kimi gün öylesine yalnızdım
Derdimi annemin fotoğrafına anlattım.
Annem
Ki beyaz bir kadındır
Ölüsünü şiirle yıkadım.
Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım
Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca 
Acının ortasında acısız olmayı,
Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım.
Kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım.
Aşk diyorsunuz ya,
İşte orda durun bayım
Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım
Kendimin ucunda
Öyle ıslak,
Öyle kötü kokan,
Yırtık ve perişan.

Siz aşkı ne bilirsiniz bayım
Aşkı aşk bilir yalnız!"

   Didem Madak, kelimelerle güzel oynuyor. Onların arasında kendine bir dünya yaratmış, tavşan gibi aralarında sekelim havucu bulalım diye de yayınlamış. Başta söylediğim gibi şiirde görmeye alışık olmadığımız kelimeleri güzel yediriyor: spor ayakkabı, televizyon, gangster, Greenwich başlangıç meridyeni... Ya da ben, bu kelimler yerine başkalarını görmeye çok alıştım, ondan garipsedim. İşte Didem Madak'ta gördüğüm bu kelimelere sarılış, beni kelimelerle o kadar barışık olmadığım gerçeği ile yüz yüze getirdi. Ben "Şiirlik Kelimeler" diye bir dosya hazırlamışım kafamda, dönüp dolaşıyormuşum salak bir kuş gibi onlar arasında. Artık şiirde daha sınırsızım, hissedebiliyorum. Bu çizginin dışına çıkmış hâlim de özgüvenimi pekiştiriyor. Şiirleri ile geliştiğimi hissediyorum. Onu okuduğum sabahlarda kafamın içi onun ağzı ile cümleler kuruyor, kahvem hüzün adlı çekirdeklerden yapılmış gibi kokuyor.

   Şair, annesi öldükten sonra babası ile hiçbir zaman eskisi gibi ilişki kuramıyor. Babasının kısa süre sonra tekrar evlenmesi, ilişkileri koparmaya başlamış. Bu durum, onu hüzne boğmamış olsa gerek ki şair şöyle diyor: "Geçmişini mi yok ettin kızım diye soran/ Bir babadan kurtuluşumu kutluyorum". Anlaşılan babası ile yıldızı hiç barışmamış:
"Babam/ Çıkarılmış bir adam bütün fotoğraflardan"

   Uşak'ta babasının yanında başladığı eğitim-öğretim hayatını İzmir'de devam ettiriyor. Ege Üniversitesi'nde Biyoloji bölümünü kazanıyor, eğitim hayatı burada devam edecek iken maddi sıkıntılar sebebi ile okulu bırakıyor. Çalışmak zorunda. Ayrıca bu zamanlarda, 19 yaşında, ilk evliliğini yapıyor. Dört yılın ardından boşanıyor. Nedendir bilmem şairin evlenmesini hem çok doğal hem çok tuhaf karşıladım. Bu evlilik onun evi terk etmesine yardım etti sonuçta ama yine de... Genel olarak evlilik kurumunu doğal ve tuhaf bulan biri olarak fazla konuşmamayı doğru buluyor, susuyorum. Hikayemiz güzel devam ediyor. Dokuz Eylül Üniversitesi'nde kazandığı ve babası ile olan birtakım sorunları nedeniyle birinci sınıfta bıraktığı hukuk eğitimini boşandıktan sonra devam ettiriyor. 2000 yılında mezun oluyor. 

   Stajyer avukatlık zamanlarında Müjde Bilir ile sıkı bir dostluk geliştiriyor. Sene 1995... Tanışmaları bir telefon görüşmesi ile oluyor. Kısa sürede bir samimiyet kuruyorlar. Sevinç Pastanesi'nde buluşmak üzere sözleşip bu dostluğu iyice pekiştirecek anları biriktirmeye koyuluyorlar. 

   Müjde Bilir, Didem Madak'ın "Pulbiber Mahallesi" kitabında şaire dair bilgiler veriyor. Onunla tanışmasını, hastalığını öğrenmesini, hastalık sürecindeki anılarını, onun öleceğine bir türlü inanmayışını orada anlatıyor. Dürüst olmak gerekirse yazısının sonuna geldiğimde gözlerimi dolmaktan kurtaramadım. Kısacık saçları ile takmış takıştırmış kadını gözlerimin önünden silemedim. 

   2000 yılında ilk kitabı "Grapon Kağıtları" yayınlanıyor. Kitapta "Annemle İlgili Şeyler" şiirinin altına düştüğü not çok ilgimi çekti: 

"Ölen her kadın için bir şiir yazdım.
Onları Muc'a evin karşılığında verdim
Çok ucuza.
Artık bütün üzgün oluşlarımın adı:
ANNE!"

   Müjde Bilir'e ithaf ettiği "Mutsuza Kim Bakacak?" şiirinde yazdığı iki dize benle o kadar örtüştü ki bir an durup bu kadının ergen ben ile zamanın olmadığı bir yerde sohbet edip etmediğini sorguladım:
"Ben çekildiğim her fotoğrafta
Defolu bir kelebek gibi çıkarım."
Aynı zamanda bu sözler bana epey gülünç geldi çünkü Didem Madak güzel bir kadın. Ciddiyim. Ben güzele güzel derim. Didem Madak güzel bir kadın.

   2002'de hayatının sonuna kadar yaşayacağı İstanbul'a taşınır. Aynı yıl, ikinci kitabı "Ah'lar Ağacı" yayınlanıyor. Zaten kendisi böyle ah demeyi beli bükük bir ahlat ağacından öğrenmiş, öyle diyor. Orhan Gencebay dinlediğini itiraf ettiği dizenin hizasına sen de haklısın, diye not düştüm. "Ben nasıl olsa/ Bu müsveddelerin ortasında yalnızım." dediğinde bir başınalığını hissettim. Kardeşine olan sevgisini hissettim. Rüyalarına yaptığı yorumları okudum, kardeşi rüyaları güzel yorarmış. Belki ablasının yorulduğu geceleri o da böyle yorardı.

   TDK'ye göre Ah... ünlemi sesin tonuna göre pişmanlık, öfke, özlem, beğenme gibi duygular anlatır. Yazar da kitabı sesinin tonunu emanet ettiği bu ağaca adar. Bir şiire böyle başlanmayacağından, başroldeki kadınların karnabahar kızartmadığından yakınır. Bol bol ah çeker, siz de onunla beraber. İnsanın ara ara içi sıkılır dizelerde. Teyzesinin ölümüne değinir, yine her kitabında yaptığı yapacağı gibi annesini anar. Ve ekler:

"Beni anla.
Geçti ömrüm iklimden iklime
Yuva yaptım kaç paket cigaranın bacasında
Yorgunum, kahvem çamur gibi
Batmaya da razıyım, artık beni anla
Yeter ki sen beni
Hiç yazmayacağım bir romanın kollarına atma."

   İstanbul'da avukatlık mesleğini icra ediyor. 2006'da ikinci evliliğini yapıyor. Bu evliliğinden ona edebiyat ile arasına mesafe koymasına sebep olacak, annesinin adını verdiği Füsun bebek dünyaya geliyor. 2007'de son kitabı "Pulbiber Mahallesi" yayınlanıyor. 2010'da yakalandığı ve tedavi sürecini mutlulukla ve umutla devam ettirdiği kolon kanserine 23 Temmuz 2011'de yenik düşüyor.

   Yazarın son kitabı "Ardından" adlı bir bölüm içeriyor. Burada kitaplarında yer almayan 4 şiiri, dostunun onun hakkındaki yazısı ve ölmeden önce yazdığı son şiiri yer alıyor. Son şiirinde ve kitabın arka kapağında yer alan şu dört dize bende hafif bir gülümseme yarattı:

"Öyle çok şimşek çaktı gece
Ben sonu Z harfi olarak düşündüm
Son harf olarak
Ben Zeni düşündüm ahbap."

   Pulbiber Mahallesi, yazarın kafasına daha iyi girdiğim bir kitap oldu. Düşüncelerini ardı ardına dizdiği satırlarda onu buldum. Bulduğum ona detaylar kattım. "Vaziyet" şiirinin sonunda annesine değindiği dizelerde son birkaç kez daha hüzünlendim. "Ağrı"da şiiri küçümseyişini izledim. Yanlış da olsa fiiller için çekici bir kadınmış, onu öğrendim. Mahalleli tarafından soğuk ama kibar mizaçlı tarif edilirmiş, "kar helvası" diye. 

   Şairleri kırmayın, onlar gidip uzun dizeleri kırıyor. Kısa ve kesik yazıyor, susup oturuyor. Çamaşırların kurumasını, yemeğin pişmesini, bebeğin doğmasını bekliyor. Acıyla konuşamamasını tuhaf buluyor.

   2023 Mart'ta tanıştığım şair, benim hayat çizgimde hep kalın bir düğüm olacak. Onu okuduğum otobüs koltuğuma adı verilecek. Verilmeli. Mansur Yavaş ile bu konu hakkında konuşsam iyi olur. Gerçi bir mail de işimizi görür, değil mi? Sonuçta onu okuduğum günlerde Ankara çiçekler arasında oturan Didem koktu. Kalemim sivrilip yumuşadı, sivrilip yumuşadı...

   95 senesinde yazdığı "Nisansız ve insansız bir sabah." cümlesini Madak'tan, kitaptan, şiirin bütününden ayrı değerlendirdim. Ayrı bir tartışmaya girdim. Yakın çevremin tuhaf sözler söylediğimde, tuhaf davrandığımda -tabii onlara göre- yaptıkları "Nisan, insan ol." kelime oyunu ile gülüşlerin doldurduğu odalara gittim. Ayrıca kendimi Didem Madak tarafından sabahlardan kovulmuş gibi hissettim. Bunu da söylemeden edemedim. Şairin sözünü de dinleyip susup oturamadım.

"Kötü şiirlerden koru beni Tanrım
Amin!" 





Nisan Ece Yakut
8 Temmuz 2023
Ankara Gölbaşı




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Yılda Nasıl 100 Kitap Okursunuz?